Zeynep Tanbay

Tüy gibi hafif, bazen bir koca taş kadar ağır. Yerden yüksekte, havada  ya da yerde. Bedenin tüm imkânlarını sergilemeye donatılmış… Duygu ve düşüncenin estetik dışa vurumu… Müzikle yan yana bir ilham perisi.

Uzun yıllar Amerika’nın en önemli topluluklarında dans eden,1997’den bu yana  ülkemizde eserlerini sergileyen Zeynep Tanbay, hayatını oğlu Sinan ve eşi Ufuk Uras’la sürdürüyor.

Zeynep Tanbay 29 Temmuz 1961’de Ankara doğumlu. Baba tarafından dedesi Karadağ’lı, anne tarafı ise Girit ve Makedonyalı. Kökleri çeşitli ülkelere uzanan ailenin tüm fertleri İstanbul doğumlu. Zeynep Tanbay ilkokulu Çankaya İlkokulu’nda, ortaokul ve liseyi Fransız okulu Charles de Gaule’de bitirir. 12 yaşında Kuğu Bale Stüdyosu’nda bale eğitim almaya başlar. Zeynep Tanbay’a o günlerden beri süregelen, çeşitli dönemeçlerden geçen bu olağanüstü dans serüveni için mikrofonumuzu tuttuk.

Sevgili Zeynep Tanbay, 12 yaşında baleye başlamışsın. Nasıl bir stüdyoydu anlatabilir misin? Nasıl başladın.

1973’de Kuğu Bale Stüdyosunda başladım.Benim hocalarım;Tenasup Onat ve Sait Sökmen’di. Balenin kurucusu Dame Ninette de Valois’nin talebeleriydiler. Türkiye’deki ilk baş dansçılardı ve İngiliz eğitimi görmüşlerdi.

Tenasup hocayla Sait ağabey devlet balesinde dansı bıraktıktan sonraki yıllarda beraber bir araya gelip Ankara’da bir okul açmaya karar veriyorlar. İyi bir dansçının sadece konservatuvardan yetişmeyeceğini, özel bale okullarından da iyi bir eğitimle dansçı çıkabileceği iddiasını taşıyorlar. Kuğu Bale Stüdyosunu bu şekilde kurdular. Nitekim onların okulundan ben de dahil olmak üzere 4 dansçı çıktık. Diğer 3 arkadaşım Ankara Devlet Balesinde, İstanbul Devlet Balesinde profesyonel olarak dans ettiler.İlk başta hiç istemiyordum baleye gitmek, ağlayarak gitmiştim. Baleyi   cici kızların yaptığı bir şey olarak görüyordum ve küçümsüyordum. Hani bale deyince insanın aklına pembe tütüler, o masalsı dünya geliyor. “Aman nedir bu saçmalık” falan diye bakıyordum. Fakat stüdyoya girip çalışmaya başlayınca cici kızlıkla hiç alakası olmadığını, korkunç  zor bir çalışmanın gerekliliğini 12 yaşında kavramıştım. Beni en cezbeden şeylerden biri o hareketlerin çok ama çok iyi yapılması için çok ama çok zor bir yolun kat edilmesi gerektiği olmuştu.

Erken yaşta mesleğini bulmak aslında çok istisna bir şey,  sen bu istisnalardan birisi olmuşsun. Nasıl oldu bu. O yaşta tüm hayatını etkileyecek bu kararı nasıl verdin?

Evet şimdiki jenerasyon için çok istisna ama benim jenerasyonumda da çok istisna bir şeydi.  12 yaşında baleye başladım ve hemen 12 yaşında balerin olmaya karar verdim. Tabii ailem  ilk başta bunu bir çocukluk hevesi olarak  gördü. Ama ben şunu çok iyi hatırlıyorum; baleye başlamamla birlikte benim özel bir hayatım oldu. Baleye ait not defterlerim,  hatıra defterlerim vardı. 12 yaşından itibaren yazmaya başladım. Yazdıklarım her yıl gitgide değişiyordu.  Sonra derslerimi yazmaya başladım. Derste şu teknik hareketlerin şu kadarını yapamadım, şunları yaptım diye tek tek isimleriyle yazıyordum.

Peki böyle hayran olduğun bir örnek var mıydı?

Tek bir kişiye hayran olmak gibi bir düşüncem yoktu ama Bolşoy ve Leningrad, Kirov bale benim için önemliydi. Annem seyahatlerde gösterilere gittikçe program kitapçıklarını bana getirirdi. İngiltere’den   Fransa’dan, Rusya’dan geldiğini hatırlıyorum. Hemen bir çırpıda bakardım. Özellikle Rusların fotoğraflarına, sayfaları yırtılana kadar bakardım. Hatta büyüteçle ayaklarına , kollarına, ellerine, parmaklarına  tek tek bakardım. O kitaplar benim için çok değerliydi. Fotoğraflardan bile çok şey öğrenebiliyor insan.  O fotoğraftan o stili o ruhu çıkarabiliyorsunuz.

Dansta İngiliz tekniği, Rus tekniği, Fransız tekniği vardır. Ben Ruslara o kadar hayrandım ki, kitaplarından o kadar çok  etkileniyordum ki tekniğim stilim çok farklıydı. Tenasup Hocanın bana “Zeynep ne yapıyorsun böyle Ruslar gibi kolların orada burada”, dediğini hatırlarım. Bunu olumsuz şekilde söylemesine rağmen Rus dansçılarına benzetildim diye, için için mutluluk duyardım.

Sanırım sizin boyunuz erken yaşlarda da oldukça uzun, avantaj mıydı bu?

Ben baleye başladığımda çok uzun boyluydum. İlk başta gayet iyi gidiyordu, 13- 14 yaşlarında çok uzundum. Balerin olamaz, dans edemez gibi yorumlar çıkmaya başladı.

Böyle bir kıstas mı vardır?

Tabi, tabi önemliydi o zaman özellikle klasik balede Türkiye’de öyleydi. İngiltere’de de boy çok önemliydi. Hatta annem beni İngiltere’de  Royal Academy of Dancing’de yaz okuluna gönderdiğinde, sonrasında bir mektup gelmişti. “Kızınız bu eğitime devam etmesin, vücudundaki  uyum farklı”, diye. Ailem “Zeynep öyle bir mesleğe girdi ki çok mutsuz olacak çünkü başaramayacak,” diye çok endişelendi.

Peki Kuğu Bale Stüdyosu’nda gösterileriniz oluyor muydu?

Operada önemli bir gösterimiz oldu.  Çok önemli bir Rus koreograf olan Asaf Messerer in  kızkardeşi Sulamith Messerer  Ankara devlet opera ve balesine Türkiye’ye çağrılmıştı. Kuğu Bale Stüdyosundan Tenasup Hoca ve Sait ağabey devlet  balesiyle ilişkide olduğu için Sulamith Messerer’den bizim stüdyoya gelip ders vermesini istediler. Ağabeyi Asaf  Messerer “Kuğunun Ölümü”nü Rusların en önemli dansçısı Maya Plisetskaya  için yeniden uyarlamış. İşte Sulamith Messerer bana o koreografiyi öğretmişti. Bir kere geldi stüdyoya; Sait ağabeyle öğrendik. Sulamith Messerer  benim için çok olumlu şeyler söyledi. Ondan sonra ben stüdyodan çıkmadım. Maya Plisetskaya hakkında bir kitabım vardı; annem getirmişti. Ben o kitabı hemen açtım  “Kuğunun Ölümü”ne dair ne kadar fotoğraf varsa hepsini dansın içine yerleştirdim.

Gösteri sonrasında hep davet edilen Rus bir hoca  beni tebrik etmeye geldi. Dansı kimden öğrendiğimi sordu. “Sulamith Messerer buradayken öğretti, ayrıca fotoğraflardan çalıştım,” dedim. Çok şaşırdı. “Tam doğru yerlerde doğru kolları kullanmışsın,” dedi. Bu beni çok mutlu etti. Hayatımda dansım için bana güven veren birileri hep Ruslar olmuştur. İngilizlere göre ‘uzun’, diye nitelenen fiziğim Ruslarla pozitif yargıya dönüştü.

New York’a gitmek nasıl bir karardı?

Sulamith Messerer Rusya’dan oğlu ile birlikte Amerika’ya kaçıyor irtica ediyor ve New York’ta American Ballet Theatre’a hoca olarak geliyor. “Zeynep’i buraya gönderin burslu olarak onu alacağım “, diye anneme yazıyor. Bunun üzerine annem Sulamith Messerer ‘le buluşmak üzere New York’a gidiyor. Ançak 18 yaşımı doldurduğum için burs mümkün olamadı. Ardından Joffrey Ballet School’a başladım. New York’a geldiğimde ise Sulamith Messerer Japonya’ya Tokyo balesine gitmişti. Böyle başlıyor Amerika hayatım. Amerika’ya gitmemin nedeni olan kişi ayrıldı, ben ise gidip 16 yıl Amerika’da kaldım.

Joffrey Bale Okulunda başlayan eğitimimde  ilk birinci yıl New York’ta   Cleveland Bale okulundan burs kazandım. Cleveland’taki bale hocalarım aynı zamanda Minnesota Dance Theatre’da ders vermekteydiler. Minnesota Dance Theatre’da çok önemli bir koreograf olan  Loyce Houlton  beni davet etti.

Bu toplulukta profesyonel olarak dans etmeye başlamışsınız. Nasıl bir dönemeçti, bu?

Çok önemli bir dönüm noktasıydı. Yalnızca klasik eserler yoktu. Neo klasiği, moderni ve çağdaş eserleri içeren geniş bir yelpazeye sahip oldum burada.

Minnesota Dance Theatre’da klasikten sonra modern eserlerde dans etmek nasıl geldi?

 

Bana çok iyi geldi. Klasik baleyle başlamıştım ve klasiği sevmeme rağmen  bütün eserlerini de sevmiyordum, içime sindiremiyordum. Mesela “Kuğu Gölü” çok severek dans ettiğim bir klasik eserdi. Ama kendimi bir “Uyuyan Güzel”, “Fındıkkıran” veya  “Şımarık Kız” da göremiyordum ve yeterince rolüm de olmuyordu. Çünkü ben daha lirik tekniğe sahip, daha romantik fiziğe sahip bir dansçıydım. Karakter rolleri; küçük şımarık kız, küçük bebek gibi rolleri oynayabilecek  fizik yapısına da, karaktere de sahip değildim. O açıdan burada yaptığım modern dans modern baleler, neo-klasikler beni hep daha çok cezp etti.

Baş dansçı da olduğunuz bu toplulukta dans etmeyi ne kadar sürdürdünüz?

3-4 sene burada dans ettim ta ki ayağımın ameliyatına kadar. Orada işte bir buçuk sene ara verdim.  Modern baleleri dans ederken  bunların dezavantajı fazla.  Minnesota Dance Theatre’da modern balede, neo-klasikte öyle hareketler yapıyorsunuz ki normal klasik eğitiminizin, teknik hareketlerin dışında hareketleri denediğiniz için vücutta tabi aşınmalar oluyor. Parmak ucuyla belirli bir çıkış noktasını zorluyor Hareketi defalarca yeniden denedikçe bir şey zedelenmeyebaşlıyor. Benim de ayak parmaklarımdan biri yerinden çıktı.

Tam profesyonel bir dönemimdi. Düşünün, baş dansçıyım, bir anda kendimi yatakta ve tek ayağım havada altı hafta kıpırdamamak şartıyla yatarken buluyorum. Öyle bir durumda vücudum da, beynim de bu şekilde durmaya alışık olmadığı için bir şoka uğradım. Ve enerjimin çıkması gereken bir noktanın olması gerektiğini düşünüyordum. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. O dönem sürekli yazıyordum. Bir yandan da, yatağın içinde bütün zorluklara rağmen müziği koyup, olduğum yerde hiç kıpırdamadan dans edebiliyordum. Bir insan fiziksel engelli olabilir ama içinde o enerji varsa bir yerden fışkırıyor diye düşündürtmüştü ve işte o zaman, oradan bir “iç dansı” çıktı. Ama bu yaşadığım 1985 yılındaydı, ben “iç dansı” 2000 yılında çıkarttım. Koreografiyi çıkartırken hiç bir şeyin farkında değildim, çok sonra o dönemin bir yansıması olduğunu anladım. Şimdi böyle şeyler dikkatimi çekiyor. Bir iskemlede de dans edebilirim ya da bir yere bağlıyken de…

 

1,5 yıl aradan sonra tekrar forma girmek, eski formu toparlamak için bir zaman geçti. Sonra ruhumun tercih ettiği bedenimin de tercih ettiği modern dansa yönelmeye karar verdim ve parmak ucu pabuçlarını orada bıraktım. Bir daha da dönmedim. Bu şekilde modern dansa geçişim oldu.

Sonra nasıl devam ettiniz?

Bu kararı alınca tekrar modern dansın merkezi olan New York’a dönmeye karar verdim. 1989’ta Paul Taylor Dance Company okuluna gittim.Meğer beynimin bir yarısını parmak ucu pabuçları kaplıyormuş! Parmak ucu pabucu bir süre sonra kırılır, kırılınca artık onu giyemezsiniz. Yepyenisi ise çok serttir, yumuşatmanız gerekir, onu fırına sokarsınız, kurdelesini lastiğini dikersiniz, sahnede kullanabileceğiniz hale getirmek zaman alır. Aklınızda hep otomatik olarak point pabucu vardır. Kaliforniya’daki kazadan sonra ilk dans için yumuşak pabuçları giydikten sonra, ‘Allah allah hepsi bu mu?’ dedim. Geçirdim ve bitti diye düşündüm. Bir hafiflik, sanki beynimin içinden büyük bir ağırlık yapan parça alınmış gibi oldum. Ve tamam parmak ucu ayakkabısı bitmiştir dedim.

Modern dansı klasikten ayırırsak, farklılıklar nedir?

Modern dansta şöyle bir zorluk var. Klasik balede hep kendini havaya doğru çekersin, yukarı doğrudur çekim. Yani eğer bir ok işareti çizeceksek en çok ok yukarı doğru çıkar. Yere de ağırlık koyarsın ama esas hep parmaklarının ucunda ve tüy gibi bir hafif ve havadasındır. Yere düşmek gibi bir olay yok. Modern dansta inanılmaz derecede yerde hareketler var, düşüyorsun ve kalkıyorsun. Bu bana çok zor gelmişti. Hayatım boyunca düşmemeye çalışmıştım.Modern danstaki en zor şey buydu.

Paul Taylor’dan burs almışsınız…

Bu derslere girip çıkarken bir gün Paul Taylor ders sonunda beni çağırdı. Kim olduğumu, nereli olduğumu sordu. Çok ilgisini çekmiştim. Burs vermek istiyordu. 27 yaşında olduğumu, burs için yaşlı sayıldığımı söyleyince yaşın öneminin olmadığını ifade etti. Bursu almıştım. Burada dans etmeyi sürdürürken  Martha Graham Çağdaş Dans Okulu’ndan da (Martha Graham School of Contemporary Dance) burs kazandım. Modern dansın temel tekniği olan Graham Tekniği’ni öğrendim ve sertifika programını bitirdim.

Daha sonra Martha Graham Hocalık Diploma Programı’na (Martha Graham Teacher’s Certification Program) davet edildim. Diplomadan hemen sonra Martha Graham Dans Okulu’nun hocalık kadrosuna alındım. Yine aynı yıl Martha Graham Dance Company’ye girdim ve başta New York olmak üzere, Tel-Aviv, Kudüs, Haifa, Atina ve Buenos Aires’te dans ettim.

Dansın Picasso’su diye adlandırılan, bu toplulukta mutlu muydun?

Evet. Ama Martha Graham diğer topluluklar gibi yumuşaklığı olan bir topluluk değildi. Çok sertti, eski klasik ekolden gelen toplulukların  modern  bir versiyonu gibiydi. Hiyerarşisi,  katı kuralları olan bir yerdi. Dans etmeyi çok seviyordum ama kırıcı aşırı hırslar,  hiyerarşik sistem, acımasızlık sarsıcıydı.Topluluğa girdikten sonra turneye çıktık; çok güzel bir turneydi. Ama o kadar zor, o kadar yorucuydu ki, o dansçıların hali ben çok düşündürdü. Döndükten sonra şunu düşündüm ben bu toplulukta devam etmek istiyor muyum yani burada baş rolde dans edeceğim diye bütün bu acımasızlıkları zorlukları yaşamaya değer miydi. Hayatımda ilk defa belki böyle bir soru sordurttu bana bu topluluk.

Sonra?

Bundan sonra artık kendi koreografilerimde dans etmek istiyorum dedim topluluklardan  ayrıldım ve ilk solomu yaptım. “Nothing”. Bir yandan da New York’ta ders veriyorum. 1994’te bu ilk soloyla “Nothing” ile  bir grup Amerikalı koreograf Avignon off Festival’e katıldık. Çok başarılı geçti. Sonra bundan sonra ister iyi ister kötü olsun artık kendi danslarımı yapmaya karar verdim.  Bunun için de Amerika’da olmam gerekmiyordu. Sonra 1995’te “Something” sahnelendi.

Bu arada 95 yılında Elisa Monte Dance  Company dans topluluğuyla İstanbul’a geldim. İlk defa Türkiye’de “Nothing”le CRR’de dans ettim..

Hoşunuza gitti mi? Nasıl değerlendirdiniz?

Çok hoşuma gitti çünkü salon tıklım tıklım dolmuştu. O beni çok mutlu etmişti. İşte ondan sonra Türkiye’ye dönmeye karar verdim. Hiçbir zaman Amerika’da yaşamak için gitmedim.  İlk gittiğim günden beri geri dönmeyi istiyordum. Türkiye’ye geldiğim zaman gösteriden sonra Mimar Sinan Devlet Konservatuarına davet ettiler, ders vermek üzere. Ancak kadrom hazır değildi. Lise mezunu olduğum için ders vermem mümkün değildi.

Önemli olan benim Martha Graham’de dans etmiş olmam, Amerika’da Alvin Ailey gibi Amerika’nın en iyi okullarda ders veren bir hoca olmam, tecrübelerim yaptıklarım değildi. Üniversite mezunu muydum değil miydim, buydu önemli olan.

Evet bizde kurallar çok katı.

Ben o hırsla geri döndüm ve Empire State College’a gittim. Üniversite diplomamı alıp, 1998’in başında Türkiye’ye döndüm. Mimar Sinan’da ders vermeye başladım, sonra da 99’dan itibaren  Yıldız Teknik Üniversitesi Modern Dans bölümünde hocalık yapmaya başladım. Bu dönem 2005’e kadar sürdü.

2000 yılında  Zeynep Tanbay Dans Projesini kurdum. İlk gösterimizi yine CRR’de yaptık. Zeynep Tanbay Dans Projesi 2000- 2005 yılı arasında proje bazında çalışan bir gruptu. Tek  sürekli elemanı bendim. Her yıl başka dansçılardan oluşuyordu. Daha çok da Avrupa’dan gelen dansçılarla bir proje için bir araya geliyorduk gösterimizi yapıyorduk, dağılıyorduk. Bu esnada Amerika’da Stuttgard Bale’den Avrupa’da dans eden bir dansçı  Lior Lev, 5 yıl hep partnerim oldu.

.Zeynep Tanbay Dans Atölyesi, 10 yıldır gerçekleştirdiği etkinliklerle İstanbul’un en önemli modern dans merkezine dönüştü.

Zeynep Tanbay Dans Projesi’nin çalışma mekânı olan Dans Atölyesi, profesyonel dansçılardan amatör dansçılara, çocuklardan yetişkinlere, modern dans eğitimi konusunda ilk tercih olmayı başardı.

Hangi eserler sahnelendi?

2005- 2006 sezonunda ZTDP 10 dansçıdan oluşan bir topluluktu. İlk eser Dört Ayak, ondan sonra Vivaldi Stravinsky, sonra da Araz sahnelendi. 2003’den 2012’ye kadar Akbank sponsorluğunda gerçekleşti.

Politik olarak belirli bir duruşun var. Peki İstanbul’a,  Türkiye’ye geldikten sonra seni neler, nasıl etkiledi?

Türkiye’ye döndüğümde “Manisalı Gençler Davası” sonuçlanmıştı. 4 yıl hapiste kalan gencecik çocuklar işkence görmüş bir şekilde serbest bırakılmışlardı. Onların o hapisten çıkışları, ailelerine kavuşmaları. Kaybedilen 4 senenin, yapılan işkencenin hiç bir şekilde yargıya gitmemesi, bunların soruşturulmaması, araştırılmaması bunlar beni çok etkilemişti. Burnumun dibinde böyle bir olayla karşı karşıyaydım. Hiç bir şey yapmayacak mıyım duygusu ilk orada çıktı. Ondan sonra zaten “F tipi cezaevleri”ne karşı protestolarda  kendimi bu hareketlerin içinde bulmaya başladım. F tipi cezaevi ile birlikte Türkiye’de çok geniş katılım bulan ‘sanatçıların girişimi’ diye bir örgütlenme olmuştu.  Ve çok ilginç bir şey o zaman bir araya gelen sanatçılar bugün ne yazık ki kutuplaşmış şekilde birbirlerinden ayrı yerlerde duruyorlar. Orada müthiş bir buluşma olmuştu.

Demokratik Toplum Partisi adlı Sema Pişkinsüt öncülüğünde bir parti kurulmuştu. O partinin de ilk kurucularından oldum, içinde yer aldım. Sonra oradan ayrıldım. Şu anda da iletişimde olduğum “Dur De” sivil toplum örgütünün faaliyetlerine katılıyorum. Benim içimdeki dürtü; bir şeylere sessiz kalmamak, tanıklık edip susmak yerine sesimi çıkartmak, bunun bir parçası olmak istememek hali. Sokaklara çıkmamdaki dürtü bu olsa gerek.

Tabii ki Hırant Dink çok önemli bir şeydi; dönüm noktası. Hırant’tan önce Hırant’tan sonra diye hayatın ikiye bölündüğünü düşünüyorum artık Türkiye’de. O 25 davayı bir tanesini bile kaçırmadan orada oldum ben. Bunu kendime bir görev biliyorum ve Hırant ile ilgili her şeyle ilgili, orada olmaya devam edeceğim.

Koreografisini de kendi yaptığınız eserlerdeki temalar sizin dünyaya bakışınızı yansıtıyor mu?

Tabii ki. Mesela Vivaldi-Stravinsky; barış ve savaş teması ile iki bölümden oluşan, birbirinin tamamen karşıtında duran iki dünya sunuyor.

İlk bölümde, Vivaldi’nin değişik konçertolarından derlediği eserde, ideal dünyayı barış ekseninde sunarken, sevgi, dostluk, kardeşlik, hoşgörü gibi temaları kullanıyor.

Stravinsky’de ise ‘Bahar Ayini’nin orijinal versiyonu olan kurban törenine gönderme yapan Tanbay, 21. yüzyılda hâlâ savaşan dünyada tüm insanları kurban olarak ele alıyor. Savaş karşısında insan hallerine odaklanan Stravinsky’de, şiddetin insanı getirdiği çaresizlik, kaçınılmaz değişim ve yaşama mücadelesi irdeleniyor.

Ülkemizde modern dansta yeni ufuklar açan Zeynep Tanbay’a yeni projelerinde şans ve başarı dileğiyle teşekkür ediyoruz.

 

 

Published by

Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

handanyalvac

Wordpress'i biyografi için kullanıyorum.

Yorum bırakın