Gökyüzünün Muhteşem Figürleri; Turnalar

 

Gökyüzünün muhteşem figürleri Turnalar renkleri, tüyleri, danslarıyla Anadolu’nun binlerce yıldır misafirleridir. Şiirlere, türkülere ilham veren bu çok güzel kuşlar geleneklerimizle adeta içselleşmiştir.

Çok eski çağlardan bu yana insanlığın pagan inanç dönemlerinden beri hayvanlar, en güçlü kültür dinamiklerinden birisi olagelmişlerdir. Hayata dair pek çok bilgiyi onlarla birlikte öğrenen insan için, totem çağında bir nevi ongunlar kültü olan hayvanlar âlemi, semâvî dinlerin yaşandığı asırlarda da önemini kaybetmemiş; kutsanan ve idealize edilen türlerinin yanı sıra kötü, çirkin, korkunç, ilginç vb. her çeşit kavramın karşılığı birer motif olarak düşünce ve inanç dünyasında varolmuşlardır.

Sekiz bini aşkın farklı türü barındıran kuşlar dünyasının, sıra dışı özelliklere sahip olan, Anadolu’da bulunan ve bilinen bazı üyeleri, diğer hemcinslerine nazaran Türk kültür atlasında daha fazla önemsenmiştir Turna da ardında barındırdığı mitolojik, mistik, fizyolojik ve tarihî-folklorik çağrışımlarla en önemlilerinden biridir.

Turna; uzun boylu, uzun bacaklı, uzun boyunlu; yalnızca ekolojik dengesi korunabilmiş doğal sulak alanlarda yaşayabilen göçmen bir kuştur. Latince “Grus” adı verilen bu kuşun birçok çeşidi olup Avrasya kıtasını kat ederek Japonya’dan Türkiye’ye uzanan geniş bozkırlarda yaşayan türüne ise“Grus Grus” denir.

Uzun bacaklı, zarif boyunlu, parlak, duru güzel gözlü bir su kuşudur. Turnanın başının arka tarafında geriye doğru sarkan bir zülfü vardır. Kafaları siyah, gözlerinden enseye doğru beyaz bir çizgi ve zor fark edilen kırmızı tepesi vardır. Tepesi, kanatlarının ucu, boynunun bir bölümü kara renktedir. Kanatlarında göz alıcı, mâvi, kırmızı ve yeşil tüyler vardır. Gagaları kalın ve düzdür. Sesleri gür, çığlıksı ve trompet tonundadır.

Turnanın boyu 115 cm, kanat açıklığı 233 cm’dir. Büyük sürüler halinde gezerler. Batı Avrupa’da 60-70 bin, Doğu Avrupa’da 60 bin, Rusya’da 35 bin, Türkiye’de 500, bütün dünyada toplam 200-220 bin civarındadır.

 

Ağır kanat vuruşları ile sürüler halinde “V” oluşturarak uçarlar. Birbiri arkasına hafif sola, sağa dizilirler. En öndeki havayı yarar ve diğerleri arkasında süzülür. Havayı yarma görevini kanat çırparak yapar. Öndeki yorulunca zaman zaman arkadan gelenle değiştirirler. Uçuş esnasında öterler. Uçarlarken baş ve bacaklarını gererler.Efsanevi bir görüntü oluştururlar.

Eşler birbirine bağlıdır. Biri kaybolduğunda feryat figan ötüşleri başlar. Acıklıdır. Eşleşme dönemlerinde eşler birbirlerine muhteşem gösteriler yaparlar. İki yumurta yumurtlarlar. Bu yumurtalar mâvimsi, çilli, karışık renktedir. Eşler, kuluçka zamanı yuvayı nöbetleşe beklerler ve yuvaya yaklaşan yabancıya saldırırlar. Muhteşem çiftleşme dansları, tanık olanlarda hayranlık uyandırmış ve Japonya, Kore, Çin, Sibirya, Türkiye dahil birçok yerde yerel turna danslarına ilham vermiştir.”

Tek tük ağaçlık sulak yerler, bataklıklar etrafındaki ekili tarlalar ve çayırlarda yaşarlar. Hububat taneleri ve böceklerle beslenirler. Halk türkülerinde en fazla adı geçen turna Anadolu’nun hemen hemen her yerinde görülür. Turnalar ilkbaharda Nisan 15’ten Mayıs 10’a kadar gelirler, toplu halde yaşarlar ve sonbaharda Kuzey Afrika’ya göç ederler. 1000 metre üzerinden uçarlar. Urfa ve Doğu Anadolu yaylalarında kalıcıları da vardır. Van Gölü, Tuz Gölü civarında bulunurlar. Dünyadaki 15 tür turnadan ikisi; turna ve telli turna Türkiye’de düzenli olarak görülür.

“Tek ayak üzerinde uyudukları ancak diğer pençelerinde bir taş tuttukları ve herhangi bir tehlikeyi sezdiklerinde taşı düşürerek sürüyü uyandırdıklarına inanıldığı için “tehlikelere karşı uyanık ve tetikte olmayı”; az sayıda yavru doğurup uzun yaşadıkları için “uzun hayatı” hatta “ölümsüzlüğü”, hayat boyu tek eşle yaşadıkları için “mutlak sadakatı” temsil etmişlerdir. Güçlü kanatları sayesinde ölenleri gökyüzüne, yaşayanları daha üst varoluş katmanlarına taşıyabildiklerine inanılmış ve zehirli yılanları avladıkları bilindiği için yılanla mücadelesi sanata konu edilmiştir. “

Anadolu’da turnaların uğur, bereket,mutluluk ve refah getirdiğine inanılır.Onlar saflığın, temizliğin,dürüstlüğün, vefanın, sadakatın, sabrın, sevginin, onurun, özgürlüğün sembolüdür.Bu nedenle insanlar genelde onlara ilişmez, yuvalarını bozmaz ve de kanını dökmez.Anadolu’da turna avlandığı taktirde avcısına felaketler getireceğinin inancı yaygındır ya da turnaların konduğu tarlaya bereket getirdiğine inanılır. Turnalar, çiftler halinde yaşarlar ve tek eşli bir hayat sürerler. Yüz yıla kadar yaşadıkları söylenen turnalar eğer eşleri ölürse bir daha asla eşleşmezler. Turnalar, sevgide bağlılık, dostlukta sebat ve sadâkat mânasına târif edebileceğimiz vefanın en güzel örneklerini teşkil ve temsil ederler.

Güzellikleriyle binlerce yıldır baş tacı edilmiş turnayı Anadolu insanı inancında, şiirinde, türküsünde, giyiminde, kuşamında, halısında, kiliminde, oyasında, eşiğinde, beşiğinde motif olarak kullanmıştır.
Uğur getirmesi için gelinlerin başına turna teli (tüyü) takılır. Kızların güzelliği “turna” ile ifade edilir.

“Düzenli katarlar halinde yüksekten uçarak göçen bu güzel kuşlar kıta boyunca geçtikleri her bölgede insanlar tarafından kutsal kabul edilmiştir. Orta Asya`dan Japonya`ya, Kore`ye kadar geniş bir kuşakta ve yine Asya’nın pek çok bölgesinde turnalar mutluluğun, şansın, uzun yaşamın ve barışın simgesi olmuştur.

Dünya ve Anadolu Kültüründe Turnalar”

Türk halk edebiyatında özelikle Anadoluda eski, yeni bütün lehçe ve ağızlarda “turna/durna” kelimesi ile adlandırılır.
Sanatta tabiat unsurlarının, hayvanların ve kuşların birer sembol olarak kullanılması insanlığın Şamanizm, Totemizm inançlarına dek uzanmaktadır. Bu unsur veya sembollerin bazıları az çok içerik değiştirerek birer motif ve konu olarak zamanımıza kadar gelmiştir. At, boğa, kurt, geyik, koyun gibi hayvanlarla bülbül, güvercin, leylek gibi kuşlar, gül, lâle, menekşe nev’inden çiçeklerin şairlere ilham verdiğini gösteren bir hayli kaynak mevcut. Bu canlı varlıklar arasında özellilke turnanın kutsal bir yeri vardır.

Turnalar kimi zaman coşkunun, kimi zaman hüznün, bazen de mutluluğun habercisi olmuşlardır. Birçok halk şiirinde, özellikle halk türkülerinde duyguların anlatımında turnayı aracı olarak görürüz.
Turnalar göçtükleri her yere güzellik, aşk ve vefa duygusunu taşırlar. Kondukları her yere buruk şiirsel bir duygu ve anlam götürürler:

Al Gönlümü Götür Turnam
kuş mu uçar bu kaleden
haber yok gözü eladan
kurtar beni bu beladan
al gönlümü götür Turnam
bu dağları elem sardı
gelen aldı giden çaldı
deli gönlüm viran kaldı
elden ele götür Turnam
bülbülün avazı için
dostluğun niyazı için
Çağlari’nin sazı için
al gönlümü götür Turnam

Ömür Ceylan’ın anlatımıyla:”Araplar’ın kürkiyy, Farslar’ın bâtir ve küleng dedikleri turna, edebî metinlerimizde daha ziyade turna ve küleng adlarıyla geçer.

Belli bir düzen içinde ve ‘V’ formunda uçan turnaların, gökyüzünde oluşturdukları kompozisyon, geleneğimizin tüm şâirlerine ilhâm olmuştur. Halk şâirlerinin alay alay ve bölük bölük ikilemeleriyle ifâde ettikleri bu görüntü, divan şiirinde hayl-i küleng, katâr-ı küleng, saff-ı küleng gibi tamlamalarla anlatılır. Her beyit için yeniden kurduğu semantik dünyayı her şeyden çok, ince dikkatlere dayandırılmış benzetmelere borçlu olan divan şâiri, gökyüzünde müthiş bir cezbe, intizâm ve teslimiyet içerisinde uçan turna sürüsünü, sevgilisinin bulunduğu mahalleye âdetâ istemleri dışında giden âşıkların gönül/can kuşlarına benzetir:

Gökde efgân iderek sanma geçer hayl-i küleng

Çekilür kûyına murgân-ı dil ü cân saf saf

Bâkî14

(Gök yüzünde feryatlar ederek geçenleri turna sürüsü zannetme. Gönül kuşları bölük bölük senin bulunduğun mahalleye doğru çekilmektedir.)

Renklerinde hâkim olan gri ve kül rengi, turna sürüsünün gök yüzüne yükselen bir dumana benzetilmesine zemin hazırlamıştır. Fakat şâir, kendisinden beklendiği gibi bu benzetmeyle yetinmez. Hasret ateşiyle kavrulmakta olan gönlünden kopmuş âh dumanı göğün tabakasına kadar yükselmiş bir turna sürüsünü andırmakta iken, şâir aşkı ile o derece kendinden geçmiştir ki kendi âh dumanının bu derece yükseklere çıkış sebebini dahi kavrayamamaktadır. Gönlündeki hasret ateşi mi artık sönmüştür (vuslat), yoksa yeniden bir kat daha mı tutuşmuştur (hasret) ?! Zîrâ ateş, en etkili dumanını ilk yakıldığında ve söndürüldüğünde verir:

Bilmem ki söndü yohsa yeniden mi aldı dil

Çıkdı sipihr-i çârüme saff-ı küleng-i âh

İzzet Mola15

 

Divan şâiri, gönül kuşunu bir turnaya teşbih etmek istediğinde elbette diğer türlerine göre daha zarif, boyu daha kısa, sesi daha tiz olan ve gözünün gerisindeki alımlı beyaz süs tüylerinden ötürü telli sıfatıyla anılan turnaya benzetecektir.”

 

Alevilik ve Bektaşilik Kültüründe Turna

Turna, Alevilik ve Bektaşilik kültüründe çok önemlidir. Alevîlikte turna ve güvercin kutsal sayılan iki kuştur. Bu kuş, Alevî-Bektaşi folklorunda da önemli bir rol oynar ve Hz. Ali yi temsil eder. Yine Ahmet Yesevi, turnaya ve Hacı Bektaşı Veli de güvercin donuna dönüşebilmektedir.

“İslâmiyet öncesi Türk inanışlarında Gök Tanrı dışındaki ilahlardan biri olarak kabul edilmiştir. Öldürülmesi hoş karşılanmayan turna, Anadolu’da da avlandığı takdirde avcısına felaketler getirdiğine inanılır. Yine Anadolu’da kız güzellik sembolü ve halk şiirimizin gurbet ve sıla çağrışımları taşıyan habercisidir. Alevî-Bektâşî geleneğinde İlâhî aşkla yola giden iman-ikrar sahibi canları, turna katarı âyîn-i cemi temsil eder. Cem âyini sırasında okunan nefeslerin en ünlülerinden biri de ‘turna semahı’dır.”

Cem ayinlerinin önemli bir unsuru olan semahlardaki hareketlerin her birinin ayrı ve özel bir anlamı bulunmaktadır. Turna Semahı ise, turnanın uçuşunu çağrıştırır. Turnaların gökyüzündeki hareketlerini yansıtan figürlerle semah dönen, döndükçe yükselen canlar Hakla buluşurlar.

İnsanın Tanrı’ya inanış, yakarış ve bağlılıklarının işlendiği dinsel bir ifadedir, bu. Kişi Semah esnasında transa geçer ve kendini tamamen Tanrı’nın hizmetine bırakır. gök yüzünden aldığını yere yüzüne yansıtmak ve özellikle Turnalar Semahı’nda yer yüzünden gök yüzüne yükselmek arzusu dile getirilmektedir.

Turna kuşunun, Alevi edebiyatında da özel bir yeri vardır. Turna ile Hz. Ali’yi sembolize eder. Turna semahı, turna kuşunun figürlerine dayanır. Hareketler; turnanın hareketlerine benzer. Yavaş ve olgundur.

“Yemen ellerinden beri gelirken
Turnalar Ali’mi görmediniz mi?
Havanın yüzünde semah dönerken
Turnalar Ali’mi görmediniz mi?”

Turna semahı, bu buluşmayı anlatır. Sesi Ali ye benzetilen turna, kuzeyden güneye, güneyden kuzeye göç ederken, Anadolu insanından selam götürür, onlardan da selam getirir.

Turnalar Semahı

Birinci kapı semah hızlanıp yavaşlayanda, ikinci kapı semahçı kendi ekseni etrafında dönende. Varoluş çemberinde her seferinde farklı niteliklerle yeniden dünyaya geliş aşamalarını ve sonunda ulaşılan insan-ı kamil noktasında insanın kaynağına yani Tanrı’ya dönmesini açıklar.

Semah aynı zamanda kişinin bu dünyadan ve nesnel gerçeklikten bir süre koparak bedeninin dönüşün verdiği sarhoşluğun etkisiyle özünün ve ruhunun farkına varmasına aracılık eder.

Bu sarhoşluk kişinin sadece iç dünyası ile ilgili değildir; kendi etrafında dönen bir kişi, etrafında var olan herkesi ve her şeyi aynı bulanık görüntüyle görecektir, insanlar ve eşyalar yanından akıp gider, hepsi de ona aynı mesafede yabancılaşır, uzaklaşır; hatta aynılaşır, yüzlerdeki farklılıklar görünmez olur. Bu yabancılaşma ve aynılaşma, Bektaşi ve Aleviler’deki eşitlik düşüncesine eşlik eder; semahın tek başına yapılamayan bir ritüel olması gibi Bektaşi ve Aleviler’in muhabbete dayalı olan ayinleri de, insanların eşitliğine vurgu yapar. Zaman da Bektaşi ve Aleviler için öyledir: “döngüsel zaman eşitleyicidir… Devir inancı, mineralden insana kadar bir yelpaze içinde kutsal bir akrabalık ilişkisi varsaymakta, böyle bir ilişki kurmaktadır” (Çamuroğlu, 1993:72-73).

Turnalar semahında; 15 ağırlama, karşılama ve hızlanma denilen farklı tempolu bölümlerde de görülebileceği üzere semahta adımlar hayatın akışının değişkenliğine ve izafiliğine uyum sağlar. Zaman bu temponun ritmine göre akar. Bazen yavaş, bazen hızlı işler. Bu zamanın hayata ve insan-ı kamil olma hedefine boyun eğişi ve hareketin önemi üzerinde yapılandırılmış bir anlayış karşısında yokoluştur.

Diller de tellerde nağmeleşen turna mistik bir havaya bürünür. Alevi cemlerinde Turna Semahı olarak görünür. Adını verdiği semahla dönen canlar turnanın uçuşunu, gökyüzündeki hareketlerini taklit ederek çark eder. Her dönüş onu Tanrı’ya biraz daha yaklaştırır. Biraz daha yukarıya çıkarır. Döndükçe döner. Döndükçe yükselir. Eller havada. Yükseldikçe dönen canlar Hak’la kucaklaşırlar. Turnalar Semahı canların Hak’la kucaklaşmasını sembolize eder.

Pir Sultan Abdal’da

Gine dertli dertli iniliyorsun
Sarı turnam sinen yaralandı mı
Hiç el değmeden de iniliyorsun
Sarı turnam sinen parelendi mi

Yoksa sana yad düzen mi düzdüler
Perdelerin tel tel edip üzdüler
Tellerini sırmadan mı süzdüler
Sarı turnam sinen yaralandı mı

Bahar seli gibi akıp çağlama
Dertli ötüp yüreğimi dağlama
Üstadını buldurayım ağlama
Sarı turnam sinen yaralandı mı

Yas mı tuttun giyinmişsin karalar
Senin derdin açar bana yaralar
Esiri der nedir buna çareler
Sarı turnam sinen yaralandı mı

Turnam niçin ahvalimi bilmezsin
Bendeki yaralar türlü türlüdür
Öğüt versem öğüdümden almazsın
Bendeki yaralar türlü türlüdür

Uçup havalanma yellere karşı
Bülbül figan eder güllere karşı
Gel beni ağlatma ellere karşı
Bendeki yaralar türlü türlüdür

Pir Sultan Abdal’ım ben de böyleyim
Emir haktan geldi kime neyleyim
Derdim çoktur hangisini söyleyim
Bendeki yaralar türlü türlüdür

Diye dillenir.

Şimdi de Karacaoğlan’a bakalım:

Havayi hey deli gönül havayi

Ay doğmadan şavkı vurdu ovayı

Türkmen kızı katarlamış mayayı

Geçip gider bir gözleri sürmeli

 

Ataş yanmayınca duman mı tüter

Ak göğsün üstünde uban mı biter

Vakti gelmeyince bülbül mü öter

Öter gider bir gözleri sürmeli

 

Deniz kenarında yerler hurmayı

Kılavuz katalar telli turnayı

Ak göğsün üstünde yalaz düğmeyi

Çözer gider yaylasına bir gelin

İlahi Söz,Turna Kuşu, Bağlama

Turnaların uçuş şekilleri aerodinamik harikasıdır. Türk kültüründe göç eden kuşlar olduğundan sevgiliye hasreti ifade ederler. Göğüs yapıları sayesinde sesleri kilometrelerce öteden duyulabilir. Alevi kültüründe de turnanın sesini Hz. Ali’den aldığı söylenir.

Bektaşi geleneği turnanın haykırışını Hz. Ali’nin sesi ile özdeşleştirerek ona öğretisinin merkezinde yer vermiştir. “Gerçeğin sesi ,anlamına gelen‘’ Hakk’ın Nidası’’ ya da ,Yaradan’ın sözü, olarak sadeleştirebileceğimiz‘ ’Şah’ın Avazı’’deyimleri ile ifade edilir.’’İlahi söz’’ün efendisi Nil deryasının ulu bilgesi, Turna Kuşu sureti ile tasvir edilen Hermes’in yani İdris Peygamber’in öğretisidir. Hermes, Kuran’da adı geçen İdris Peygamberdir.

Hazreti Şah’ın avazı ,
Turna derler bir kuştadır.
Asası Nil Deryasında,
Hırkası bir deviştedir.

Alevi terminolojisinde Turna kuşu Hermes’in kendisini ifade eder.Asa yer belirtir,kişinin asasının bulunduğu yer mekanının olduğu yerdir.Bir kişinin hırkasını giymek onun yolunda olmak ,onun düşünce ve inancını paylaşmak demektir.,Yukarıdaki imge dili ile söylenmiş dizelerde,İlahi kelamın Hermes tarafından seslendirildiği, Hermes’in yurdunun Nil deltasında olduğu,ancak onun Anadolu’da bir derviş tarafından temsil edildiği ifade edilmektedir.
Yunan Mitolojisinde Hermes; Merkür Trimegistes Tanrıların en akıllısı, en kurnazı ve çeviğidir. Zeus’un habercisi, postacısıdır. Hermes Tanrıların mesajlarını yorumlayarak onları ölümlülerin anlayabileceği dile çevirir. Böylece iki dünya arasında zihinsel bir köprü kurar. Hermes tıpkı turna kuşu gibi göç eder, klavuzdur.

Hermes’in Mısır dilindeki adı ise Thot ‘tur. Thot’un terziliği, onun görevi insanlara “initiation” yoluyla hal elbisesi giydirmektir. İslam dünyasında ise İdris diye bilinmektedir. İdris sözcüğünün anlamı da ‘terzi’ dir. Yunus Emre bir şiirinde ondan “İdris nebi hülle biçer, gezer Allah deyu deyu” diye söz etmiştir.

Alevi ibadetinde,Alevi Ayin-i Cem törenlerinde ‘’İlahi söz’’ ün yeryüzüne taşınmasına zakirin yada dedenin‘’bağlama’sı aracılık eder. Alevi ibadetinin ayrılmaz parçası olan ve Aleviler arasında ‘’telli ayet’’ olarak da isimlendirilen bağlama ‘’İlahi söz’e ses verendir.ü yere indirendir . Bu yüzden Aleviler ‘’ İlahi Söz’’ü dile getiren , bağlamanın sesinin‘’Turna Kuşu ‘nun (Hermes’in) sesi olduğuna inanırlar.

Alevi nefeslerinde İlahi söz, turna kuşu ve bağlama birbirleriyle öylesine iç içe geçmişlerdir, birbirlerinin içinde öylesine erimişler,kaybolmuşlardır ki , bu üç sözcük adeta aynı öznenin farklı seslerle söylenişleri haline gelmişlerdir.Alevi dedesi sazı eline aldığında ‘ilahi söz,Turna kuşu ve bağlama’ aynı kelimenin içinde tek vücut olurlar

Sazım sana yad düzen mi kurdular
Tellerini haddeden mi süzdüler
Yad el değip perdelerin bozdular
Sarı turnam sinen parelendi mi?

Sana kelam söyler davudi diller
Şu senin sevdana maildir eller
Göğsüne takayım alışkın teller
Sarı turnam sinen parelendi mi

Beş perdeden çalınıyor bağlama
Esip figat ilen sinem dağlama
Bulam ustasını canan ağlama
Sarı turnam sinen yaralandı mı?
Aşık Esiri (Turnalar Semahı)

.

Yeniçerilerde Turna Tüyü

“İbrahim Müteferrika’nın ‘yüksekten uçan bir kuş’ olarak tasvir ettiği Osmanlı ordusunun kalbinde yani merkezinde yer alan yeniçeriler börklerinin önünde, alınlarının üzerindeki bir haznede turna tüyü taşırlardı. İç Asya Türk-Moğol konargöçer toplumlarında rütbe işareti olarak başlık üstünde kuş tüyü taşımak ait olunan boyun tüyü taşınan kuş boyu ile olan ittifakının simgesi sayılırdı. Öte dünyaya gitmek üzere göğe yükselen şamanın gerektiğinde kılığına bürünmek için üzerinde taşıdığı kuş tüylerinden kaynaklandığı düşünülen bu gelenek takan kişiye o kuşun güçlerinin geçtiği inancını simgelerdi. Turna ve benzeri kuş tüyleri savaşçılar tarafından muharebe zamanlarında cesaret vermesi amacıyla takılırdı. Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu aşamasında sistemi tasarlayan Osmanlılar’ın bu kadim gelenekten haberdar oldukları ve devam ettirdikleri anlaşılıyor. Başka bir kuş değil de Altay kavimleri tarafından kutsal kabul edilen turnanın tercih edilmesi de yine erken dönemde Osmanlılar’ın konargöçer kültürü ile bağlarının sıkı olduğunun bir göstergesidir. Zira Yakutlar gibi Gök Tanrı tarafından görevlendirilen yedi genç kızın insan olmak ve çocuk doğurmak için dünyaya indiklerine inananlar olduğu gibi, Başkurtlar gibi kendilerini düşmanlardan korudukları için turnalara tapanlar da vardı. Jean Paul Roux her boyun kendine has bir hayvan atası olmakla birlikte bu halklar arasında turna tapımının ortak bir kült olduğunu söylemektedir.”, Turna’nın Kalbi, Erdal Küçükyalçın

“Ayrıca yüksekten uçan, sürüler halinde dolaşan, kondukları yerde, merkezinde liderin olduğu bir çember oluşturarak kümelenen turnalar, tüm bu kültürel arka planıyla yeniçeriler için eşsiz bir sembol niteliği taşımaktaydı.

Başa takılan (kızıl) turna kanadı başka hayallerde de malzeme olmuştur:

Yel-i sipâh-ı nücûm olmuş idi çarh-ı berîn

Hilâlden takınup başı üzre perr-i küleng

Hayâlî

(Hilâli bir turna kanadı gibi başına takınan yüce gök yüzü, [bu haliyle adeta] yıldız askerlerinin pehlivanı olmuştu. [Eskiden savaş öncesinde her iki ordunun en iyi savaşçıları ortaya çıkarak teketek döğüşürlerdi. Yel-i sipâh tamlaması ile şâir, ordunun en iyi askeri olan bu öncü savaşçıyı kastetmektedir.]

Fark-ı serde şekl-i şemşîrün yeter perr-i küleng

Bâ-vücûd ol dem ki hûn-ı zahmum içre âl olur

Bâkî

(Başımın üzerindeki kılıcının şekli [görüntüsü], turna kanadı olarak [bana] yeter.Özellikle yaramın kanı ile kızıla boyandığında…)”, Ömür Ceylan

“Turna simgesi yeniçerilerin yalnızca börklerinin üzerinde taşıdıkları bir rütbe işaretinden ibaret olmayıp Ocak hayatının başka bazı yönlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Ocak’ın önemli subaylarından biri “Turnacıbaşı” olup turna beslenmesinden olduğu gibi devşirme işinden yani bir anlamda yeni turnaların toplanmasından da o sorumluydu. Devşirilen çocuklar kayıtları yapıldıktan sonra “Turna katarı” formasyonuna sokularak başkente götürülürlerdi. Aynı turnalar gibi yeniçeriler de hem sefer sırasında çadırlarında hem de kışlalarındaki odalarında çember oluşturarak otururlar, komutanlarını ortalarına alırlardı. Üstelik sefer esnasında ordugahta firar ya da diğer ağır suçlardan hüküm giymiş yeniçerilere verilen idam cezasının infazı için kurulan bir “Leylek Çadırı” bulunurdu ki bu, o çadıra giren kişinin artık yeniçeri olmadığının, bir turna olmaktan çıkarılarak özel bir kudsiyet atfedilmeyen bir leyleğe dönüşmüş olduğunun, yani Yol’dan çıkmış kabul edildiğinin sembolik temsiliydi.

Turna ile Yeniçeri Ocağı arasındaki bu bağ anlaşıldığında Bektaşi Yolu’nda yürüyen ve birbirlerine “Yoldaş” diyen yeniçerilerin oluşturdukları “Yeniçeri Yoldaşlığı”nın, bir tür “TurnaYoldaşlığı” olduğu görülür.” Kısacası turna, tarih boyunca değişik kültürlerce derin anlamlar atfedilen, simge değeri yüksek bir kuş olmuştur. Yakından bakıldığında bu simgenin Yeniçeri Ocağı’nın anlam dünyası içerisinde de özel bir yeri olduğu anlaşılır.”, Turna’nın Kalbi, Erdal Küçükyalçın

Gökyüzünün özgürlük sevdalıları turnalar asırlar boyu kültürümüzde büyük rol oynamıştır.Bahar aylarından sonbahara dek konuğumuz olan turnaların sayıları koruma koşullarının yetersizliği ve yasakların delinmesi nedeniyle giderek azalmaktadır. Öyle ki son yıllarda Telli Turna’ya artık rastlanmamaktadır.

Doğanın hazinesi, bu efsanevi kuşların uzun yıllar yaşaması dileğiyle…

 

*Yaban Hayatı Uzmanı değerli hocamız Tansu Gürpınar’a teşekkürler

A.Handan Yalvaç

Ağustos, 2011

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Published by

Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

handanyalvac

Wordpress'i biyografi için kullanıyorum.

Yorum bırakın